Sağlık Hukuku

Doktor Hatası (Malpraktis) Nedeniyle Tazminat Davası

MALPRAKTİS DAVASI VE ŞARTLARI

Malpraktis kavramı tıbbi bir terim olup, yanlış tedavi uygulamasını ifade eder. Türk Tabipleri Birliği Hekimlik Meslek Etiği Kuralları 13. Maddesi malpraktis kavramını; “bilgisizlik, deneyimsizlik ya da ilgisizlik nedeni ile bir hastanın zarar görmesi, hekimliğin kötü uygulanmasıdır” şeklinde tanımlamıştır.

Uluslararası belgelerde ise bu kavramın tanımı, tedaviyi uygulayan hekimin sorumluluğunu genişletecek biçimde yapılmıştır. Dünya Hekimler Birliği tanımına göre malpraktis; “hekimin tedavi sırasında standart, güncel uygulamayı yapmaması, beceri eksikliği veya hastaya tedavisini vermemesiyle oluşan hasardır.”

Görüldüğü gibi, Dünya Hekimler Birliği tanımında, hekimin ilgisizliği ve deneyimsizliğinden öte, tedavinin gerektirdiği standart ve güncel uygulamanın yapılmaması da malpraktis kapsamında değerlendirilmiştir. Bilgisizlik, deneyimsizlik ya da ilgisizlik nedeniyle bir hastanın zarar görmesi “hekimliğin kötü uygulaması” anlamına gelir.

TIBBİ MALPRAKTİS TAZMİNAT DAVASI NEDİR?

Tıbbi müdahalede hekimin taksirinden söz edilebilmesi için hekim tarafından “tıbbi standartların” uygulanmamış olması gerekmektedir. Söz konusu tıbbi müdahalede standardın uygulanamaması farklı şekillerde görülebilmektedir. Genel hatları itibariyle bir çerçeve oluşturmak gerekirse;

  • Teşhis konusunda açık hatanın yapılması
  • Yapılacak olan tıbbi müdahalenin yani uygulanacak olan tedavinin yanlış, eksik veyahut hatalı olarak yapılması
  • Uygulanmış olan tıbbi müdahalenin sonrasında gerekli bakımın gerçekleştirilmemesi

hallerinde tıbbi müdahalede standart uygulamanın ihlal edildiğinden söz edilebilecek olup hasta veya hasta yakınına zararın tazmini ve cezai boyutta bir dava hakkı tanınmış olacaktır. Söz konusu tıbbi standardın belirlenmesinde; tıbbi müdahalenin yapıldığı zaman, yer, hekim tarafından bu standardın uygulanabilme imkânı göz önünde bulundurulacaktır. Yargıtay tarafından verilmiş olan kararlarda da olay içerisinde bir hüküm kurulabilmesi için tıbbi standartların tespitinin yapılması gerektiği belirtilmiştir.

Malpraktise sebep olan müdahale sonucunda hekimin tazminat, cezai ve idari sorumluluğunun yanında hasta veya hasta yakınlarına karşı tazminat sorumluluğu da doğabilecektir. Söz konusu tazminat kural olarak hastaya ödenmektedir ancak hastanın ölümünün söz konusu olduğu hallerde hasta yakınları tarafından da tazminat talep etme hakkı doğacaktır. Tazminat konusunda iki tazminat türü söz konusu olacaktır:

Maddi Tazminat: Hastanın yapılmış müdahale sonucunda oluşan zararlardan ve sapmalardan kaynaklı olarak maddi tazminat hakkı doğabilecektir. Maddi tazminatın söz konusu olduğu hallerde hastanın yapılmış olan tıbbi müdahaleden kaynaklı olarak uğradığı maddi zararının tazmini gerçekleştirilir. Örneğin hasta tarafından yeni bir ameliyatın gerçekleştirilmek zorunda kalınması, hastanın uğramış olduğu zarar sebebiyle kazanç kaybı yaşaması hallerinde hükmedilecek olan tazminat türü, maddi tazminattır.

Maddi tazminatın gerektirdiği zararın ispat yükü Borçlar Kanunu madde 42/1 hükmü uyarınca kural olarak tıbbi müdahaleden zarar görmüş olan hastaya aittir; zararın tespitinin belirlenemediği hallerde ise hakim tarafından Borçlar Kanunu madde 42/2 hükmü gereğince somut olayın özelliklerine uygun olarak maddi tazminatın tespiti gerçekleştirilir.

Manevi Tazminat: Hastanın kişisel özelliklerinde, manevi değerlerinde meydana gelen bir zararın veya eksilmenin söz konusu olduğu hallerde ise manevi tazminata hükmedilmektedir. Manevi tazminat hakkına sahip olunabilmesine hasta tarafından topluma karşı geride durmanın yaşanması, yaşama isteğinde azalma, gerçekleştirilmiş olan operasyonlar doğrultusunda çektiği acılar örnek gösterilebilir. Manevi tazminatın tespiti, maddi tazminatın tespitine göre oldukça zordur. Bu durumda hakim tarafından davaya konu tarafların ekonomik ve sosyal durumları gibi bazı hususlar göz önünde bulundurulmaktadır.

Malpraktis durumunun yaşanması halinde, açılacak davada hakim veya avukat tarafından malpraktis – komplikasyon tespitinin yapılması mümkün değildir. Malpraktis – komplikasyon tespiti için dosyaya bir bilirkişinin atanması gerekecektir. Dosyaya bilirkişi atanması hususunda genellikle ilgili bölüme mensup üniversite öğretim üyelerinin dosya kapsamında bilirkişi olarak atandığı görülmektedir. Davalarda genel olarak dosya Adli Tıp Kurumu’na sevk edilmektedir. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi tarafından verilmiş bir kararda olayda adı geçen doktorun kusurunun tespiti için uzman kişilerden oluşan bir bilirkişi kurulu ile inceleme yapılmasının, gerektiği takdirde Adli Tıp Kurumu’nun düşüncesine başvurmanın zorunlu olduğu vurgulanmıştır.

MALPRAKTİSE İLİŞKİN ÖZEL HUKUK UYUŞMAZLIKLARINDA DAVA ŞARTI ZORUNLU ARABULUCULUK

Malpraktis davalarının, somut olayın gereklerine göre tüketici mahkemesi veya asliye ticaret mahkemelerinde açılabileceğini söylemiştik. Her iki halde de tıbbi kötü uygulama ya da tıbbi uygulama hatası yani malpraktis sebebiyle açılacak olan tazminat davalarında zorunlu arabuluculuk dava şartı olarak düzenlenmiştir. Bu nedenle dava açılmadan öncesinde mutlaka zorunlu arabuluculuk sürecinin işletilmesini, bu alanda uzman bir meslektaşımızdan görüş alınmasını tavsiye etmekteyiz.

DOKTOR HATASI (MALPRAKTİS) TAZMİNAT DAVASI ŞARTLARI

Her tıbbi müdahale, tabiatı gereği belirli ölçüde risk içerir. Bu sebeptendir ki, hasta izni ve onayı olmaksızın tıbbi müdahalede bulunulamaz. Söz gelimi, hasta için yararına olsa dahi ameliyat olmayı reddeden bir hastanın yalnızca hekim kararıyla ameliyat edilmesi mümkün değildir. Tıbbi müdahalede bulunulmasına rıza gösteren hastaya yönelik hekim marifetiyle uygulanacak her türlü uygulama “tıbbi standart” şeklinde ifade edilen meslek kurallarına uygun şekilde icra edilmek durumundadır.

TIBBİ STANDART

Hastaya yönelik her tıbbi müdahalenin özen yükümlülüğü ne uyularak uygulanması gerekir. Özen yükümlülüğünün ihmali halinde yaşanan kusur, tıbbi standart eksikliği şeklinde ifade edilir. Hekimler, tıbbi standardı takip etmek ve uygulamakla yükümlüdür. Aynı biçimde, bireylerin asli ve en önemli hakkı olan yaşama hakkı ve yaşama hakkı ile doğrudan ilişkili sağlık hakkının doktor tarafından tıbbi standartlara uygun şekilde korunması gerekir.

Tıbbi standardın nasıl belirleneceği merak konusudur. İşbu standart tespit edilirken, ülkenin sağlık koşulları dikkate alınarak bir doktorun gösterebileceği dikkat ve özen esas alınır. Buradan hareketle, bir doktorun sorumlu tutulmaması adına olağanüstü bir dikkat ve özen göstermesi gerekmez ve de beklenmez. Ortalama tıbbi bilgi, birikim ve deneyime sahip bir hekimden beklenen dikkat ve özenin gösterilmiş olması, hekimin sorumlu tutulmaması adına yeterlidir.

Konsültasyon ve Malpraktis İlişkisi

Konsültasyon; hastalığın teşhisi, hastanın tedavisi ve takibi için sorumlu doktorun diğer uzmanlık alanları ile fikir alışverişinde bulunması, iş birliği yapmasıdır. Konsültasyon gereken durumlarda konsültasyon yapılmaması ya da gereği gibi yapılmaması halinde de malpraktis sebebiyle tazminat sorumluluğu söz konusudur. Konsültasyon yapılması gerektiği halde uzman görüşü alınmadan hareket edilmesi ya da konsültasyon yapılmasına karşın uzman görüşüne uygun hareket edilmemesi halinde de malpraktis nedeniyle tazminat sorumluluğu gündeme gelir.

STABİLİZASYON VE MALPRAKTİS İLİŞKİSİ

Stabilizasyon; tıbbi rahatsızlığın belirli ölçülerde giderilerek vücut dengesinin tekrar sağlanması, vücut fonksiyonlarının stabilize edilerek aynı kararda seyredecek duruma getirilmesi, rahatsızlığın ağırlaşmasına engel olunması, yeni komplikasyonlar yaşanmasına mani olmak adına tıbbi destekte bulunularak hastanın dengede tutulmasını ifade eder. Hastanın stabilizasyonu sağlanmadan taburcu edilmesi veya bir başka yere sevk edilmesi sonucunda yaşanacak olumsuz gelişmeler de malpraktis kapsamında değerlendirilir.

Yargıtay, acil bir tıbbi vaka sebebiyle acil servise başvuran bir hastanın, sosyal güvencesi olup olmadığına bakılmaksızın stabilizasyonu sağlanıncaya kadar acil servis görevlileri tarafından gereken tüm tıbbi hizmetlerin sunulması gerektiğini belirtmiştir.

DOKTOR HATASI (MALPRAKTİS) TAZMİNAT DAVASI GÖREVLİ MAHKEME

Doktor hatası (malpraktis) tazminat davasında görevli yargı organları şunlardır:

Eser veya vekalet sözleşmesi nedeniyle tıbbi malpraktise dayanılarak açılacak davalar tüketici mahkemelerinin görev alanına girer.

Tıbbi malpraktis sebebiyle bağımsız çalışan doktorlar aleyhine tazminat talebiyle açılacak davalar, tüketici mahkemelerinin görev alanına girer.

Şirket, adi ortaklık veya gerçek kişilerin işletici olduğu özel hastaneler aleyhine tıbbi malpraktise dayanılarak açılacak davalarda görevli yargı organı da tüketici mahkemeleridir.

Kamu hastanelerine, sağlık kuruluşlarına karşı tıbbi malpraktis sebebiyle açılacak tazminat talepli davalar idare mahkemelerinin görev alanına girer.

Üniversite hastanelerinde (devlet – vakıf ayrımı gözetilmeksizin) yaşanan malpraktisler sebebiyle maddi ve manevi tazminat davalarına bakmakla görevli yargı organı da idare mahkemesidir.

DOKTOR HATASI (MALPRAKTİS) TAZMİNAT DAVASI YETKİLİ MAHKEME

Doktor hatası (malpraktis) tazminat davasında yetki kuralları şunlardır:

Davalı gerçek veya tüzel kişinin dava açıldığı sıradaki yerleşim yeri mahkemesi genel yetkili mahkemedir. İşbu mahkeme, doktor hatası (malpraktis) sebebiyle açılacak maddi ve manevi tazminat talepli davaların tamamında yetkilidir. Birden çok davalı olması halinde, davalılardan birinin yerleşim yeri mahkemesi yetkili mahkemedir. Genel yetkili mahkemeye ilişkin bu hususlar, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 6. ve 7 . maddelerinde düzenleme altına alınmıştır.

Eser veya vekalet sözleşmesinden kaynaklanan malpraktis sebebiyle açılacak tazminat davalarında yetkili mahkeme, sözleşmenin ifa edileceği yer mahkemesidir.

Tüketici mahkemelerinin görev alanına giren davalar, tüketicinin yerleşim yeri mahkemesinde de açılabilir.

Haksız fiile dayalı malpraktis nedeniyle tazminat davaları, yukarıda izah edilen genel yetkili mahkemede açılabileceği gibi haksız fiilin işlendiği yer mahkemesi, zararın meydana geldiği yer mahkemesi veya zarar görenin yerleşim yeri mahkemesinde de dava açılabilir.

DOKTOR HATASI OLARAK DEĞERLENDİRİLEBİLECEK İŞLEMLER

Öncelikle belirtmemiz gerekir ki doktor hatasından ötürü malpraktis tazminatı alabilmek için bir zarar ortaya çıkmalı ve zarar ile doktorun hatası arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Malpraktis olarak şunlardan bahsetmemiz mümkündür:

Tanı (Teşhis) Hatası: Bir ameliyat veya muayene esnasında hekimin hatalı tanı – teşhis yapması söz konusu olabilir. Bundan ötürü hastanın zarar gördüğü durumlarda doktor hatası tazminat süreci başlatılabilir. Tanı koymanın geciktirilmesi, eski ve güncel olmayan yöntemler ile eksik veya hatalı tanı konabilir, yapılması gereken testler yapılmayarak hasta ihmal edilmiş olabilir. Tüm bu hallerde hastanın zarara uğraması durumunda tazminat süreci başlatılacaktır.

Tedavi Hatası: İlaç vb. kullandırılmasında hataya düşülmesi ya da ihmal de bulunulması, tedavinin yanlış seçilmesi veya yanlış uygulanması, gerek olmayan ve eski yöntemli, tıp kurallarının dışında yöntemler kullanılması, ameliyat hataları ve ihmalleri vs. malpraktis davası için haklı nedenler olacaktır.

Organizasyon Eksikliği: Hastanenin veya muayenehanenin organizasyon eksikliği, yeterli doktor veya ekipman olmaması, konsültasyon durumları da haklı neden sayılacaktır.

Diğer Hatalar: Tanı ve tedaviden başka tıbbi sürece etki eden hususlarda doktorun veya hastanenin hataları da tazminat sorumluluğu gerektirebilir. İletişim yetersizliği, doktorun ilgisiz tavırları, kullanılan ekipmanın yetersizliği, organizasyondaki eksiklikler, hatalar ve ihmal edilen hususlar hep malpraktis davalarında söz konusu edilebilir.

Tıbbi müdahale süreci için tıp literatüründe bazı kavramlar vardır. Bunlar çoğu zaman yargılamada da mevzu bahis edilir. Bu nedenle bunların temel olarak bilinmesinde yarar var. Bu kavramları şu şekilde izah edebiliriz:

Konsültasyon → Bir hastalık veya  hastadaki bir durum, birden fazla tıp dalını ilgilendiren bir husus olabilir. Böyle bir durumda hekimin diğer alanların doktorlarından yardım alması gerekir. Buna konsültasyon deniliyor. Sorumlu doktor gerekli gördüğünde diğer uzmanlık alanının doktorundan görüş alma, işbirliği vs. yardım alması gerekir. İlgili uzmanlık alanı doktoruna sormadan, ben zaten biliyorum düşüncesiyle hareket edilmesi veya diğer uzmana başvurmanın ihmal edilmesi gibi durumlarda hastanın uğradığı zarardan ötürü hekimin sorumluluğu söz konusu olur. Yani konsültasyon hatası durumunda doktor hatası tazminatı davası açılabiliyor.

Stabilizasyon → Bir hastanın, hastalığının giderilmesi yahut belirli bir seviyeye indirilmesi ile istikrar ve denge kazanması durumu stabilizasyon olarak adlandırılıyor. Hastalığın belirli seviyede dengede tutulması anlamına geliyor. Hekimin veya acil servis görevlilerinin stabilizasyon sağlamadan hastayı göndermesi, herhangi bir gerekçe ile tedavi veya müdahalede bulunmaması vs. hep tazminat sorumluluğu gerektirir. Özellikle acil vakıalarda kimlik, sosyal güvence vs. herhangi bir husustan ötürü müdahale yapmamak hukuka aykırıdır ve tazminat yükümlülüğü doğurur.

DOKTOR HATASI NASIL TESPİT EDİLİR?

Doktorun gerek teşhis gerek tedavi ve diğer işlemlerinde yaptığı hataların, ihmalinin, kusurunun veya bilgisizliğinin tespiti her türlü delille ispat edilebilir. Bu genel olarak yapılan her türlü işlem dava aşamasında bilirkişi uzman bir doktor tarafından kontrol edilir. Burada yalnızca tedavi süreci değil, evrak üzerindeki işlemler de kontrol edilir.

DOKTOR HATASI (MALPRAKTİS) TAZMİNAT DAVASI ZAMANAŞIMI (DAVA AÇMA SÜRESİ)

Devlet hastanesi, araştırma hastanesi, üniversite hastanesi, aile sağlığı merkezi gibi kamu hastanelerine karşı hizmet kusuruna dayalı malpraktis sebebiyle tazminat davasının idare mahkemesinde açılacağını belirtmiştir. İdare mahkemesinde dava açmadan önce, zararın ve hekim hatasının öğrenilmesini takiben 1 yıl ve her halde 5 yıl içinde ilgili idareye tazminat talebi içeren yazılı başvuruda bulunulması gerekir. Başvurunun reddedilmesi halinde malpraktis sebebiyle tam yargı davası açılabilir.

İdare, ilgili tarafından kendisine sunulan yazılı tazminat talebini kısmen ya da tamamen reddederse, başvurunun reddi işlemini izleyen 60 gün içinde idare mahkemesine başvurmak suretiyle doktor hatası tazminat davası açılmalıdır. Tazminat isteminin 30 gün içinde idarece yanıtlanmaması, ilgilinin tazminat talebinin reddedildiği şeklinde yorumlanır. Tazminat isteminin reddedilmiş kabul edilmesini takiben 60 gün içinde malpraktis sebebiyle dava yoluna gidilebilir.

İdareye karşı açılan davalarda ceza hukukundan kaynaklanan uzamış zamanaşımı sürelerinin geçerli olmadığını belirtmekte fayda var. Özel hastane veya doktorlara karşı haksız fiil nedeniyle açılacak doktor hatası davaları, zararın ve tazminat yükümlüsünün öğrenilmesini takiben 2 yıl ve her halde fiilin işlendiği tarihten itibaren 10 yıl geçmesiyle birlikte zamanaşımına uğrar. Fakat tazminat hakkı, ceza hukuku düzenlemelerince daha uzun bir zamanaşımı süresi gerektiren bir cezaya neden olan fiilden doğmuşsa, zamanaşımı süresi belirlenirken ceza hukuku hükümleri esas alınır.

Tazminat istemi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yılın ve her hâlde fiilin işlendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Ancak, tazminat ceza kanunlarının daha uzun bir zamanaşımı öngördüğü cezayı gerektiren bir fiilden doğmuşsa, bu zamanaşımı uygulanır.

Özel hastane veya hekim aleyhine vekalet sözleşmesine dayalı açılacak malpraktis davalarında ise 5 yıllık zamanaşımı öngörülmüştür. Yine özel hastane veya hekim aleyhine eser sözleşmesine dayalı olarak açılacak malpraktis davalarında da 5 yıllık zamanaşımı süresi vardır. Hekim, ağır kusurlu bir tıbbi uygulamada bulunduğu takdirde, ağır kusurlu işlemin niteliğine dikkat edilmeksizin 20 yıllık zamanaşımı süresi söz konusudur. Son olarak, estetik ameliyatların da eser sözleşmesi kapsamında değerlendirildiğini belirtelim

Hastaya tıbbi müdahalede bulunmadan önce onay alınmadan vekaletsiz iş görme sebebiyle açılan doktor hatası tazminat davalarında 10 yıllık zamanaşımı uygulanır. Son olarak, sözleşmeye aykırılık nedeniyle açılan malpraktis tazminat davalarında ceza davası zamanaşımı süreleri uygulanmaz.

MALPRAKTİS NEDENİYLE HUKUKİ VE CEZAİ SORUMLULUK

Sorumluluk kavramı, kişinin hukuka aykırı eylemde bulunmak suretiyle bir başkasına verdiği zararı tazminle yükümlülüğünü ifade eder. Fakat bu tanımlama, özel hukukta sorumluluğa ilişkindir. Sağlık çalışanlarının sorumluluğu ise tıbbi uygulamalar esnasında hastaya verilen zarar karşısında hukuki sorumluluğudur. Sağlık çalışanlarının sorumluluğunun hukuki dayanağı, sağlık çalışanı ve hasta arasında açık ya da örtülü olarak kurulmuş bir sözleşme ya da haksız fiil oluşturur.

Tıbbi hatalar, teşhis veya tedavi metodunun belirlenmesi veya belirlenen metodun uygulanması esnasında ortaya çıkabileceği gibi aydınlatma kurallarının ihlali sonucunda da yaşanabilir. Hekim marifetiyle hastaya uygulanan tedavi metodunun hukuka aykırılık teşkil etmemesi, uygulanan yöntemin tıp biliminin ve mesleğinin kurallarına uygun olmasına bağlıdır. Hekimin tıbbi hatası olduğunun ileri sürülebilmesi ise yaşanan sonucun hekim tarafından öngörülebilir ve önlenebilir olması gerekir.

Hekimin öngörebilir ve önleyebilir olması noktasında referans alınan ölçütlerse; ilgilinin yaşı, zekası, eğitim ve sosyal seviyesi, görgüsü vs. özellikleridir. Söz konusu özellikler dikkate alınarak neticesin öngörülebilir olup olmadığı tespit edilir. Dolayısıyla, tıbbi tedaviyi icra eden doktorun mesleki deneyimi, çalışma şartları, aldığı eğitim, hastanın durumu ve hastalığın niteliği, tıbbi müdahalenin icra edildiği tarih ve o zamanın şartları gözetilerek “öngörülebilirlik” hususu değerlendirilir.

HASTA İLE HEKİM ARASINDAKİ İLİŞKİNİN HUKUKİ NİTELİĞİ

Hasta ile hekim arasındaki ilişkinin hukuki niteliği, malpraktis sebebiyle doktorların hukuki sorumlulukları açısından tek bir hukuki dayanak söz konusu olmadığı için birkaç farklı başlık altında ayrı ayrı incelenir. Hatalı tıbbi müdahaleden dolayı doktor sorumluluğu değerlendirilirken, doktorun mesleğini icra ettiği kurum ve kuruluşun niteliği önemlidir. Doktorun çalıştığı kurum ve kuruluşun niteliği, doktor – hasta arasındaki hukuki ilişkinin tespit edilmesi sorununu beraberinde getirmektedir.

Zira, doktor hatası (malpraktis) davasında ileri sürülebilecek hukuki nedenler açısından bu ilişkinin hukuksal belirlenmelidir. Doktor ve hasta arasındaki doğrudan ilişkinin niteliği, öğretideki hakim görüşe göre vekalet sözleşmesidir. Nitekim Yargıtay’ın yerleşik kararları da doktor ve hasta arasındaki doğrudan ilişkinin hukuksal niteliğinin vekalet sözleşmesi olduğunu destekler mahiyettedir. Bu nedenle, doktor hatası (malpraktis) davasında sözleşmeye aykırılık hükümleri uygulanır.

Hasta, bir hastaneye başvurursa ve gittiği hastanede daha önceden belirlediği ve uzlaştığı doktor yoksa, muayenesi ve tedavisi için hastane yönetimi marifetiyle bir başka doktor görevlendirilir. Bu tür bir durumda hasta ile doktor arasında değil; hasta ile hastane arasında ilişki kurulacaktır. Hasta ile hastane arasında kurulan ilişki incelenirken, ilgili hastanenin niteliğine göre farklı durumlar söz konusu olacaktır;

Hastanın başvurduğu hastanenin özel sağlık kuruluşu olması halinde, hastanın tedavisi için içeri alınmasıyla birlikte hastane ve hasta arasında hasta kabul sözleşmesi kurulmuş olur. Bu durumda hastanın tedavisini üstlenecek hekim, tedaviyi kendi adına değil; hastane adına üstlendiğinden dolayı “yardımcı kişi” konumundadır.

Hastanın başvurduğu hastanenin kamu hastanesi olması halinde, hasta ile hastane arasında özel hastanede olduğu gibi sözleşmeye dayanan bir ilişki kurulmaz. Hastanın tedavisini üstlenen kamu görevlisi doktor ile hasta arasında da doğrudan bir ilişki söz konusu değildir. Bu tür bir durumda hasta açısından “kamu hizmetinden yararlanma” hali söz olacaktır. Dolayısı ile, hastanın tedaviden zarar görmesi halinde hekim aleyhine değil; hizmet kusur sebebiyle kamu hastanesinin bağlı olduğu devlet kurumu aleyhine dava açılır.

Zira kamu hastaneleri ve kamu hastanelerinde çalışan sağlık personelinin sorumlulukları hizmet kusuru kapsamında değerlendirildiği için ve kamu bu kişiler kamu görevlisi olduklarından dolayı Anayasa m.129/5 hükmü uyarınca sadece ilgili kamu kuruluşu aleyhine dava yoluna gidilebilir. 2709 sayılı Türki Cumhuriyeti Anayasası m.129/5:

Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir.

BAĞIMSIZ ÇALIŞAN HEKİM İLE HASTA ARASINDAKİ İLİŞKİNİN HUKUKİ NİTELİĞİ

Bağımsız çalışan hekim ile hasta arasındaki ilişki, Yargıtay kararları ve doktrine göre vekalet sözleşmesine dayanır. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu m.501/1 ve 502/2 düzenlemelerine göre vekalete dair hükümler, niteliklerine uygun düştükleri ölçüde Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenmemiş olan iş görme sözleşmelerine de uygulanacaktır. Hasta ile bağımsız çalışan hekim arasındaki sözleşmenin de bu tür bir iş görme sözleşmesi olmasından sebep, vekalet sözleşmesi hükümleri uygulanacaktır.

Hasta ile doktor arasındaki sözleşmenin vekalet sözleşmesi olmasının asli sebebi, vekalet sözleşmesiyle vekil tayin edilen kişinin iş ya da hizmet sözleşmesine kıyasla daha geniş hareket alanına sahip olmasıdır. Vekalet sözleşmesi, taraflar arasında alt – üst ilişkisinin bulunmadığı ve hizmet akdindeki gibi işverene bağımlılığın söz konusu olmadığı bir sözleşme türüdür. Vekalet sözleşmesi ile vekil, sözleşmeye konu işi özenle ifa etme borcu altına girer.

Vekalet sözleşmesi, iş ya da hizmet akdinde olduğu gibi belirli bir süre için tesis edilmez. Yargıtay, hasta – doktor ilişkisinin vekalet akdi olduğunu belirterek vekalet görevini icra eden vekilin sonucu elde edememesi nedeniyle sorumlu olmayacağını, sonuca ulaşmak adına yerine getirdiği işlemlerin, eylemlerin ve davranışların özenli olmaması sebebiyle yaşanan zararlardan sorumlu tutulacağını ifade etmiştir. Özetle, doktor – hasta ilişkisinin vekalet sözleşmesi olduğu yönünde Yargıtay’ın çeşitli içtihatları vardır.

Tedavi sözleşmesi veya hekimlik sözleşmesi olarak da bilinen hekim – hasta arasındaki sözleşme, hekimin tıbbi müdahalede bulunmak yükümlülüğü altına girmesi; hastanın da tıbbi müdahalenin karşılığı ücreti ödeme yükümlülüğü altına girmesi sonucunu doğurur. Kimi hallerde, doktor – hasta arasındaki ilişkiye eser sözleşmesi hükümleri de uygulanabilir. Söz gelimi, hukuki ilişkiye konu işin estetik ameliyat olması halinde eser sözleşmesi hükümleri uygulanır.

Konusunu estetik ameliyatın oluşturduğu sözleşmenin “eser sözleşmesi” kapsamında değerlendirilmesinin temel nedeni, sözleşmede doktorun bir iş görmesi değil; bir eser meydana getirilmesi üzerine anlaşılmasıdır. Dişçilik ve ortopedide de benzer durum söz konusudur. Misal, hastaya takma bacak takmayı üstlenmek, takma diş yapmak vb. edimler de eser sözleşmesidir. Dolayısıyla, Türk Borçlar Kanunu m.470 ve devamı hükümleri esas alınarak sorumluluk belirlenir.

Son olarak, vekaletsiz iş görmeden doğan sorumluluğa değinmek gerekirse; söz gelimi, bir kaza sonucunda hastanın onayı almak durumunda olmayan hekimin hastaya müdahale etmesi, vekaletsiz iş görmeden doğan sorumluluk hükümlerine tabidir.

ÖZEL HASTANE İLE HASTA ARASINDAKİ İLİŞKİNİN HUKUKİ NİTELİĞİ

Türk Borçlar Kanunu, hasta ile özel hasta arasında tesis edilen sözleşmeye özel bir düzenlemede bulunmamıştır. Bu bakımdan, özel hastane ile hasta arasındaki ilişkinin hukuki niteliği için öğretiye bakılır. Öğretide işbu sözleşmeye “hasta kabul sözleşmesi” denir. Hasta kabul sözleşmesi, özel hastaneye başvuran hasta ile özel hastane işletmecisi arasında kurulur. Hasta kabul sözleşmesi ile özel hastane işletmecisi; tıbbi tedavi, yedirip içirme, barındırma vs. hastane bakımına dair edimleri yerine getirme yükümlülükleri altına girer.

Herhangi bir şekilde şartına tabi olmayan hasta kabul sözleşmesi, tıpkı Alman ve İsviçre hukukunda olduğu gibi Türk Hukuk Sisteminde de karma sözleşme statüsündedir. Söz konusu sözleşmenin esas gayesi, özel hastaneye başvuran hastanın tedavi edilmesidir. Sözleşmedeki esas edimse iş görme edimi niteliği taşır. Hastanın yatırılması, yedirilip içirilmesi vs. bakım hizmetleri, esas amaç olan hastanın tedavi olması amacına ulaşılmasına yardımcı olan yan edim yükümlülükleridir.

Hukuki niteliği itibariyle tartışmaya açık bir sözleşme türü olan hasta kabul sözleşmesi, Alman Hukuk Sisteminde hizmet sözleşmesi hükümlerine tabi bir sözleşme olarak değerlendirilirken İsviçre Hukuk Sisteminde vekalet sözleşme hükümlerine tabi olması gereken bir sözleşme olarak değerlendirilir. Türk Hukuk Sistemindeki hakim görüşse, hasta kabul sözleşmesinin esas edimi oluşturan tıbbi tedavi ediminin vekalet sözleşmesine; yan edimlerinse tipik sözleşme hükümlerine tabi olması gerektiği yönündedir.

Netice itibariyle özel hastanelerde kurulan sözleşme ilişkisi, hasta ile özel hastane arasında tesis edilir. Hastanın tedavisini üstlenen doktor veya yardımcı personel, işbu sözleşmeye taraf değildir. Bu bakımdan, hasta doğrudan özel hastane ile muhataptır. Tedaviyi yerine getiren hekimin hukuki durumu ise TBK m.116’da ifade edilen şekliyle ifa yardımcısıdır. Özel hastane, ifa yardımcısı durumundaki doktorun malpraktisinden kusursuz sorumludur.

KAMU HASTANESİ İLE HASTA ARASINDAKİ İLİŞKİNİN HUKUKİ NİTELİĞİ

Doktor hatası (malpraktis) tazminat davası başlığı altında izah edeceğimiz son husus, kamu hastane ile hasta arasındaki ilişkinin hukuksal niteliğidir. Tedavi olmak amacıyla bir kamu hastanesine başvuran hasta ile hastane ve hekim arasında sözleşme ilişkisi kurulmaz. Zira kamu hastaneleri, kamu hizmeti verir. Dolayısıyla bu durumdaki ilişkinin vekalet ilişkisi olmadığı açıktır. Söz konusu ilişki, idare hukuku ilişkisidir. Kamu hastanesine başvuran hasta, kamu hizmetinden faydalanan statüsündedir.

Kamu hastanesi ile hasta arasındaki ilişki, idare hukuku kuralları esas alınarak değerlendirilir. Kamu hizmetinden yararlanan hasta, tedavisi esnasında zarar gördüğü takdirde, somut olayın koşullarına göre devlete karşı veya ilgili kamu tüzel kişiliğine yönelik dava yoluna gidebilir; ancak, doktoru veya diğer sağlık personelini dava edemez. Zira, yukarıda da paylaşıldığı üzere, T. C. Anayasası m.129 hükmü uyarınca, ancak idare aleyhine dava açılabilir. Nitekim 657 sayılı Kanun m.13’te de şu düzenleme hüküm altına alınmıştır.

Kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar.

Sonuç olarak; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası başta olmak üzere Türk hukuk düzeni, kamu görevlerinin icra edilmesi esnasında yaşanabilecek zararlarda asli ve birinci derece sorumluluğun devlete ait olduğunu hüküm altına almıştır. Kamu hastanelerinde gördüğü tedavi sebebiyle zarara uğrayan kişi, evleviyetle devlet veya ilgili kamu tüzel kişiliği aleyhine dava yoluna gidebilecek; davacıya tazminat ödemek durumunda kalan devlet de söz konusu personele rücu edebilecektir.

MALPRAKTİS TAZMİNAT DAVASI KİME KARŞI AÇILIR?

Anayasa’nın 129/5 maddesinde “Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir.” hükmü yer almaktadır. Madde metninden de anlaşılacağı üzere devlet memuru olan hekimler aleyhine doğrudan tazminat davası açılamayacaktır. Kamuya tahsis edilmiş hastanelerde ve sağlık kuruluşlarında gerçekleştirilmiş olan tıbbi müdahale sonucunda açılacak malpraktis davaları doğrudan ilgili kamu kurumuna karşı açılabilmektedir.

Bağımsız çalışan hekimler veya şirket, adi ortaklık veya gerçek kişilerin işlettiği özel hastanelerde gerçekleştirilen tıbbi müdahale sonucunda açılacak olan davalar ise hem hekim hem şirket, adi ortaklık veya gerçek kişilerin işletmesinde bulunan hastanenin işletmecisine/işletmecilerine hem de sigorta şirketi aleyhine açılabilmektedir.

TIBBİ MALPRAKTİS NEDENİYLE TAZMİNAT DAVASI ŞARTLARI NELER?

Tıbbi müdahalede hekimin taksirinden söz edilebilmesi için hekim tarafından “tıbbi standartların” uygulanmamış olması gerekmektedir. Söz konusu tıbbi müdahalede standardın uygulanamaması farklı şekillerde görülebilmektedir. Genel hatları itibariyle bir çerçeve oluşturmak gerekirse;

Teşhis konusunda açık hatanın yapılması

Yapılacak olan tıbbi müdahalenin yani uygulanacak olan tedavinin yanlış, eksik veyahut hatalı olarak yapılması

Uygulanmış olan tıbbi müdahalenin sonrasında gerekli bakımın gerçekleştirilmemesi

hallerinde tıbbi müdahalede standart uygulamanın ihlal edildiğinden söz edilebilecek olup hasta veya hasta yakınına zararın tazmini ve cezai boyutta bir dava hakkı tanınmış olacaktır.

MALPRAKTİS DAVALARINDA BİLİRKİŞİ RAPORUNUN ÖNEMİ

Malpraktis davalarında karşılaşılmakta olan en büyük problem, maalesef kendisini bilirkişi raporlarında göstermektedir. Adli Tıp Kurumu ihtisas dairelerinden veya akademisyenlerden oluşturulan bilirkişi heyetlerinden gelen kararlarda, hekimler arasında mesleki dayanışma gösterildiği iddiaları zaman zaman gündeme gelmektedir. Hekimlik mesleği, günümüzde icrası en zor mesleklerden birisidir ve hekimlerimiz de tüm toplumumuzda büyük bir saygıyla el üstünde tutulması gereken kimselerdir.

Bu nedenle en ufak bir komplikasyondan dahi hekimlerin sorumlu olacağı gibi bir iddianın ortaya atılması, Türk tıp camiasının saygınlığını zedeleyecek ve hekimlik mesleğini ifası imkansız bir hale getirecek nitelikte bir davranış olur. Herhangi bir nedenle yargılamaya konu olan bir olaya ilişkin olarak resmi sonuç doğuracak nitelikte görüş bildirme erkine sahip olan kişilerce hekimlerimizin korunmasına yönelik bir eğilim görülmesi anlaşılabilir olsa dahi, hukukun sujeleri olarak kabul etmemiz gerektiği üzere: Bu neviden bir yönelimde abartıya kaçılması oldukça büyük çaplı problemlere gebe olabilecek bir davranıştır.

Bununla birlikte, insanın hatasız bir ömür süremeyeceğinin de bilincinde olunmalı, vatandaşın hekim hatası sebebiyle yaşadığı mağduriyet de göz ardı edilmemelidir. Çünkü bu şekilde hekim hatası nedeniyle yaşanılan mağduriyetlerin giderilmemesi halinde, toplumumuzda yaşamakta olup da adalet sistemi ile etkileşime giren her bir bireyin bilincinde adalet sistemimize olan inançsızlığın ve güvensizliğin artış göstermesi gündeme gelecek ve bu neviden toplumsal düzeyde bir yaranın ise kümülatif bir şekilde birikerek etkilerini gösterecektir.

Kusur sorumluluğu ve hizmet kusuru kapsamında en hafif bir kusurun varlığında dahi hukuki sorumluluğun mevzubahis olacağı dikkate alındığında bilirkişi raporu son derece önem kazanmaktadır. Bilirkişi raporlarındaki eksiklikler farklı şekillerde hak sahiplerinin haklarını olumsuz etkileyebilmektedirler:

  • Malpraktis davalarında karşılaşılan en büyük problem, bilirkişi raporlarında oldukça muğlak ifadelere yer verilmesidir,
  • Bilirkişi raporunun tarafların itirazına, hakimin hükme esas almasına ve Yargıtay denetimine elverişli olması gerekmektedir,
  • Bilirkişi, doktorun seçilen tedavi yöntemi ile aşamalarda gerekli titizliği gösterip göstermediğini, uygulanması gereken tedavinin ne olması gerektiğini, doktor tarafından uygulanan tedavinin ne olduğunu ayrıntılı ve gerekçeli olarak açıklamalı ve sonuca ulaşmalıdır, salt yapılan işlemin ne olduğunun açıklanması yeterli değildir,
  • Hastanenin veya doktorun eylem ve işlemleri nedeniyle meydana gelen zararın çerçevesi çizilmeli, zararın neden kaynaklandığı belirlenmeli, doktorun davranışları ile meydana gelen zarar arasında illiyet bağı bulunup bulunmadığı belirlenmeli ve komplikasyon teşkil eden durumlarla hekimin kusurluluğu halleri arasında ayrıma gidilmelidir,
  • Tarafların bilirkişi raporuna itiraz etmeleri halinde dosyanın yeniden bilirkişilere gönderilmesi veya yeni bir bilirkişi heyetinden yeni rapor alması halinde, taraf itirazlarına ilişkin olarak detaylı açıklamalarda bulunulmalı ve tarafların itirazları mutlaka karşılanmalıdır,
  • Söz konusu eksiklikler nedeniyle dosya Yargıtay’dan dönebilir. Bu da tekrar bilirkişi raporu alınmasıyla birlikte süreci 1-2 yıl kadar uzatabilir ve halihazırda mağduriyet yaşamakta olan hak sahiplerinin alacakları tazminata kavuşmaları ve zararlarının giderilmesini sürüncemede bırakabilir,
  • Söz konusu eksiklikler istinaf ve temyiz aşamasında fark edilinceye kadar aradan geçen süre içerisinde hastanenin kusurunu ispatlamaya elverişli deliller herhangi bir nedenle ortadan kalkabilir, bu nedenle yeniden bilirkişi raporu düzenlenene kadar mağdurların haklılıklarını ispat etmelerine yarayacak olan başkaca imkanlar ve deliller ortadan kaybolabilir.

MALPRAKTİS DAVALARINDA AVUKAT DESTEĞİ

Yukarıda malpraktis tazminat davası ile ilgili temel olarak bilinmesi gereken hususları uygulama ve kanuni düzenlemelerden hareketle açıklamaya çalıştık. Ancak burada bahsettiğimiz hususlar her olay için geçerli olacak diye bir kural yok. Çünkü her somut vakıanın daha önce yaşanmamış olan yönleri olur ve bunlara etki eden farklı hukuki düzenlemeler olabilir.

Doktor hatası olduğu zaman hukuki yardım almak gerekir. Dava sürecinden önce ciddi bir hazırlık yapılmalı, yargılamanın muhtemel gidişatı tahmin edilerek ihtimallere göre hukuki çare ve strateji üretilmelidir. Bununla ilgili olarak uzman bir malpraktis avukatından yardım almak en sağlıklısı olacaktır.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu